Söz ve Amelden Önce İlim Gereklidir

  1.   Söz ve Amelden Önce İlim Gereklidir
  2. Marifet (Bilgi) ve Bunu İfade Etmek Kurtuluşun Şartıdır.
  3. Şefaatin Şartı Tevhittir
    1.Söz ve Amelden Önce İlim Gereklidir

    Buhari sahihinin ilim kitabında şöyle bir başlık kullanmıştır:
    "Bil ki Allah'tan başka ibadete layık ilah yoktur." (Muhammed 47/19) ayeti ışığında "Söz ve amelden önce ilim babı." (Buhari Terc., Bab. 11,1/227) Burada ayet ilimle başlamaktadır.
    Hafız diyor ki:
    Onun "söz ve amelden önce ilim" başlığı hakkında İbni Münir şöyle demiştir:
    Bununla söz ve amelin sıhhatinde ilim şarttır, demek istemiştir. Çünkü bunlar ancak ilimle olduğunda muteber sayılırlar. Bu (ilim) ise onlardan önce gelir. Çünkü o ameli doğru kılan niyetlerin doğrulanmasını sağlar... Bundan mütekellimlerin dediğine bir delil çıkarılabilir. Yani marifetin vacip oluşu hususuna bir delil vardır. Yalnız burada tartışma, daha önce anlattığımız gibi kelam kitaplarında zikredilen kurallara göre delillerin öğrenilmesinin vacip oluşu konusudur. İman kitabında bu konuya dair bilgi verilmişti." (Feth'ul-Bari, 1/192-193)
    Hafız'ın bu ifadesi belirtilen konuya dair gayet açık ve seçik bir ifadedir. Şöyle ki:
    Söz ve amelin kabul edilmesinde ilim şarttır ve bunda bir tartışma da yoktur. Aksine tartışma mütekellimler bazındadır. Yani onların kitaplarında zikredilen kurallar çerçevesinde delilleri öğrenmenin gerekliliği noktasındadır.
    Nevevi Müslim şerhinde şöyle diyor:
    "Kim tevhit üzere ölürse kesinlikle cennete girer babı." Bu babta birçok hadis vardır. Hepsi de Abbas b. Abdulmuttalib'in (r.a):
    "Kim Allah'ı r ab olarak benimserse imanın tadını tatmış olur. " hadisine varır.
    Bil ki, ehli sünnetin mezhebi ve selef ve haleften hak ehlinin savunduğu görüş şudur:
    Her kim muvahhit olarak ölürse kesinlikle her halükârda cennete girer. Eğer bu kişi günahlardan salim ise mesela çocuk, deli, deliliği buluğa kadar devam etmiş olan kişi, şirk vesair günahlardan sahih bir şekilde tevbe eden ve ancak tevbesinden sonra bir günah işlememiş tevbekar, bir de asla günaha mübtela olmamış kişi gibi. Bütün bu sayılanlar cennete girecekler. Cehenneme asla girmezler. Lakin varid olan diğer malum bir hadise göre cehenneme varid olacaklardır. Doğru olan ise, bununla murat şudur:
    Onlar cehennem üzerinde kurulu bulunan sırattan geçeceklerdir. -Allah bizi ondan vesair eğriliklerden muhafaza etsin- Büyük günahları olduğu halde tevbe etmeden ölenlere gelince onlar da Allah'ın maşietindedirler. Dilerse affeder ve cennete sokarak onları birinci grup gibi yapar. Dilerse de onlara dilediği kadar azap ettikten sonra cennete sokar.
    Tevhit üzere ölen hiç kimse cehennemde ebedi kalmaz. Velev ki günah olarak (measiden) yaptığını yapmış olsa bile. Tıpkı küfür üzere ölen hiç kimsenin cennete giremeyeceği gibi. Velev ki böylesi birinin iyilik türü amellerden yaptığı şeyler bulunsa bile. Bu, bu konuda hak ehlinin görüşünün bir özetidir. Nitekim belirtilen konuda kitap ve sünnetin delilileri ile ümmetin güvenilir kişilerinin icması bu esas üzere birleşmektedir. Dahası bu konuda kesin ilim sağlayacak miktarda tevatür naslar gelmiştir. Söz konusu kaide, bu şekilde sabit olunca artık bu ve başka babların ilgili bütün hadisleri buna göre yorumlanır. Şayet zahiren bu kaideye muhalif bir hadis rivayet edilmişse onun bunlara göre tevil edilmesi şarttır. Maksat şer'î naslar arasında uyum sağlanabilsin. Biz ilgili bazı hadislerin İnşaallah geçerli tevillerinden bahsedeceğiz. Allahu alem. (Müslim Terc., Bab 10, 1/204-205)
    Sonra da Kadı İyaz'dan yaptığı alıntıya geçerek diyor ki:
    Bu hadis ve benzeri "Kim La ilahe illallah'ın manasını bilerek ölürse cennete girer" (Müslim Terc., H. No: 26, 1/205) hadislerin manasına gelince, şüphesiz Kadı İyaz bunlar hakkında içinde nefis bilgiler bulunan güzel bir yorum vermiştir. Ben onun ifadelerini özet olarak vereceğim. Daha sonra bir takım ilaveler yapmaya çalışacağım.
    2.Marifet (Bilgi) ve Bunu İfade Etmek Kurtuluşun Şartıdır.


    Kadı İyaz şöyle demiştir:
    Kelime-i şehadet ehlinden Allah'a (c.c) isyan edenler hakkında insanlar ihtilaf etmiştir. Bunlardan
    Mürcie: İmanla beraber masiyetin ona vereceği bir zarar olmaz.
    Havaric: Ona zarar verir ve onunla kâfir olur.
    Mutezile: Masiyeti büyük ise ebedi cehennemde kalır. Bu haliyle o ne mü'min, ne de kâfir olarak tavsif edilir. Buna binaen o fasık diye nitelenir.
    Eşariler: Aksine o mümindir. Şayet affedilmez ise azap görür. Fakat sonradan o cehennemden çıkarılarak cennete sokulsa gerektir, demişlerdir.
    İşin özünde bu hadis havaric ve mutezile aleyhinde bir delildir. Mürcie'ye gelince, onlar eğer hadisin zahiriyle istidlal ederlerse buna cevap olarak; bu hadis, o affedilir yahut şefaat ile cehennemden çıkarılarak sonradan cennete sokulur diye te'vil edilir, deriz. Bu durumda anlamı şu olur:
    Cennete girer yani azap ile cezalandırıldıktan sonra cennete girer. Kaldı ki bu hadisin mutlaka tevil edilmesi gerekir. Çünkü bazı asilerin azap göreceğini zahiren ifade eden çok sayıda hadis gelmiştir. Bu nedenle mevzubahis hadisin tevil edilmesi lazımdır ki şer'î naslar arasında bir tenakuz oluşmasın. Ayrıca O'nun (s.a.v) "O biliyor- bilerek" sözünde gulatı mürcieye bir reddiye vardır. Onlar diyor ki:
    Şüphesiz kelime-i şehadetin salt zahiri, cennete kavuşturur. Buna kalben iman etmese bile. Nitekim bu başka hadislerde de kayıt altına alınmıştır. Mesela "Bunlarda şüphesi olmaksızın" gibi. Bu da bizim dediğimizi pekiştirmektedir.
    Ayrıca bir de hadisin ilimle yetinmiş olması hasebiyle, bu şehadeteyni (kelime-i şehadet) dil ile ifade etmeden sadece kalbî bilgi de fayda verir diye düşünen kişiler de bu hadisle ihticac (naslardan sonuç çıkarmak) etmişlerdir. Oysa ehli sünnetin görüşü; marifet, şehadeteyn ile kayıtlı ve ona bağlıdır. Onlardan biri ötekisi olmadan fayda vermediği gibi ateşten de kurtarmaz. Ancak şehadeteyni mesela dilinden kaynaklanan bir afet yahut, (Allah'ın izniyle) ansızın ölmesi ve dolayısıyla sürenin ona söyleme fırsatı vermemesi gibi bir sebeple söylemeye muktedir olamayan kişi bundan müstesnadır. (*Müslim Terc., 1/206-207)
    Şunu öncelikle beyan ediyoruz ki:
    Selefi salihin, hadis ve fukaha ehli, mütekellimler ve Eşariler'den bu düşüncede olanlar hep birlikte ehli sünnet olarak şöyle demişlerdir.
    Şüphesiz günahkâr kişiler Allah'ın (c.c) meşietindedirler. Ayrıca iman üzere ve kelime-i şehadete kalpten ve ihlasla şehadet ederek ölen kişi cennete girecektir. Şayet tevbe etmiş yahut günahlardan uzak biri idiyse rabbinin rahmetiyle cennete girer ve topyekün ateşten azad olur. Bu hadislerin bizatihi müstakil olması da mümkündür. Bu durumda araları bulunur. Bu vaziyetiyle de cenneti hak etmek ile murad, ehli sünnetin icmaı olarak naklettiğimiz husus olur. Şöyle ki:
    Her muvahhidin ona girmesi gerekir. Ya affedilmek suretiyle hemen, yahut cezalandırılmasının akabinde bilahare kurtulur. Buradaki ateşin haram kılınmasından murat ise havaric ve mutezilenin hilafına ebedi cehennemin haram kılınmasıdır.
    Nevevi diyor ki:
    Kadı'nın anlattıkları burada bitti. Bu anlattıkları gayet yerinde şeylerdir." (Nevevi Şerhi, 1/217-219; *Müslim Terc., 1/208-209)
    Kadı'nın sözlerine bak ki, "Ehli sünnetin mezhebi, marifet şehadeteyne bağlıdır. Öteki olmadan yalnızca biri ne fayda verir ne de kurtuluşu sağlar", diyor ve İmam Nevevi de sonunda yaptığı yorumda buna, gayet güzel değerlendirmelerdir, demektedir.
    İşte bu, ehli sünnetin mezhebidir. Diyorlar ki:
    Konuşma marifetle irtibatlıdır. Biri olmadan ötekisi fayda vermez. Bilgisiz ifade, ifadesiz bilgi gibidir. Bunların ikisi de failine fayda vermez ve onu kurtarmaz.
    İmam Nevevi:
    "Bu iki nalimle beraber git. Bu duvarın arkasında kalben mutmain olarak La ilahe illallah'a şehadet eden birine rastlarsan onu cennetle müjdele" (Müslim Terc., H. No: 31, 1/228) hadisine yaptığı yorumda diyor ki:
    Bu hadiste hak ehlinin görüşüne açık bir delalet vardır; şüphesiz tevhit itikadı,ifade olmadan fayda vermez keza itikadsız ifadenin de faydası yoktur. Aksine bu ikisinin birleştirilmesi gerekir.Ki bu, konunun başında anlatılmış idi." (Nevevi Şerhi, 1/237)

     
    3.Şefaatin Şartı Tevhittir

    Kesin olan şudur; sadece kelime-i şehadeti ifade edip şirke son veren, zahiren ve batınen tevhidi benimseyen kişi dışında cehennemde ebedi azabtan hiç kimse kurtulamaz. Bu kesinliğe önümüzdeki açık ve sahih hadis delalet etmektedir:
    "Her nebinin müstecap bir duası vardır. Her nebi duasını aceleye getirirken ben duamı kıyamet günü ümmetime şefaat için sakladım. Ümmetimden şirk koşmadan ölen herkes inşaallah buna nail olacaktır." (Müslim; *Kütüb-i Sitte, 14/402; Müslim Terc., 2/735; Buhari Terc., 13/6242)
    Bu hadis hakkında Nevevi şöyle diyor:
    O'nun (s.a.v): "Ümmetimden şirk koşmadan ölen herkes inşaallah ona kavuşacaktır" ifadesinde hak ehli mezhebi için bir delil vardır. Hak ehli diyor ki:
    Şüphesiz şirk koşmaksızın ölen hiç kimse, cehennemde ebedi kalmayacaktır. Kebairi sürekli işlemiş olsa da. Ki bunu destekleyen deliller başka birçok yerde geçmişti. (*Müslim Terc., 2/737-740. Nevevi Şerhi, 3/75)
    Gene Sahih-i Müslim'de geçen şu sahih ve açık hadis de konuya gayet açık bir şekilde delalet ediyor:
     "Ta ki Allah kulları arasında hüküm vermeyi bitirince, Rahmetiyle cehennem ehlinden cehennemden çıkarmak dilediğini meleklere çıkarmalarını emreder. La ilahe illallah diyenlerden rahmet etmek dilediği kimseleri, Allah'a şirk koşmamış olmak şartıyla oradan çıkarmalarını emreder. Onlar da bu kimseleri secde izlerinden tanırlar. Ateş insanın her tarafını yakar ama secde yerlerini değil. Allah secde izlerini yakmayı ateşe yasaklamıştır.," (Nevevi Şerhi, 3/22)
    Şimdi bu hadisin önümüzdeki konuya bu kadar açık bir şekilde delalet etmesinden sonra başka bir delile gerek kalır mı? Ahirette, şehadeteyni ifade edenlerden Allah'a şirk koşmamış kişiler dışında hiç kimse ebedi azabdan kurtulamaz ve kalben mutmain olarak tevhit üzere ölen hiç kimse ateşte sürekli kalmaz gerçeği. Bu sebeple gene Müslim'de geçen başka bir hadiste şöyle diyor:
    "Ben derim kî: Ey Rabbim! Ateşte Kur'an'ın hapsettikleri dışında kimse kalmadı",
    Yani ateşte ebedi kalması gerekenler dışında. -İbni Ubeyde rivayetinde şöyle söyledi:
    Katade'ye göre: Yani sürekli kalması vacip olanlar, demektir- Nevevi de şöyle diyor:
    O'nun (s.a.v): ''ateşte sadece Kur'an'ın hapsettikleri kaldı" sözü 'sürekli kalması gerekenler hariç' demektir.
    Müslim, "sürekli kalması vacip olan" sözünün ravi Katade'ye ait olduğunu belirtmiştir. Ki bu sahih bir tefsirdir. Manası Kur'an'ın ateşte ebedi kalması gerektiğini haber verdikleri demektir. Bunlar da kâfirlerdir. Allah'ın (c.c) dediği gibi:
    "Şüphesiz Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz." (Nisa 4/48)
    Bunda hak ehli mezhebi ve selefin üzerinde icma ettiği hususa dair bir delalet vardır. Şüphesiz tevhit üzere ölen hiç kimse ateşte ebedi kalmaz. Allah daha iyi bilir. (Nevevi Şerhi, 3/58-59)
    Nitekim Sahih-i Müslim'de geçen şu hadis de aynıdır.
    "Bu şundandır. Şüphesiz cennete sadece Müslüman kişi girebilir." (Müslim Terc., 2/774; Buhari Terc., 6/2855, 14/6496-6441)
    Başka bir rivayette şöyledir.
    "Bilin ki cennete Müslüman kişi dışında kimse giremez. Allah'ım tebliğ ettim. Allah'ım sen şahid ol." (Müslim Terc., 2/775)
    Nevevi diyor ki:
    O'nun (s.a.v) "cennete Müslüman fert dışında kimse giremez" ifadesi, şu hususta açık bir nastır:
    Şüphesiz küfür üzere ölen kişi cennete asla giremez. Bu nas Müslümanların icmasına göre geneldir.(Nevevi, 3/96)
    Esasen bu kaide şer'î naslarda ve ulemanın ifadelerinde mütevatirdir. Şöyle ki; bu ifade, ilimle irtibatlıdır. Bu dahi kulun necatı ve faydalanmasında şarttır. Öte yandan kendisine vacip olan ilk görevdir.
    İbni Teymiye diyor ki:
    Ebu Muhammed Abdullah b. Ahmed el-Huleydi, Ebu Ali el-Hüseyn b. Ahmed et-Taberiy'e ait İ'tikad'u Ehl-i Sünne adlı kitabın şerhinde - ki muhtemelen bu kişi Ahmed vesaireye ulaşmıştır.- Allah'ın marifeti hakkında diyor ki:
    Bu, ilk farzdır. Öyle bir farz ki Müslümanın hakkında cahil kalması imkânsızdır/ mazeret değildir. Esasen böylesi birine itaat fayda vermez, velev ki dünya ehlinin bütün itaatları ile gelse bile. Ta ki kendisinde Allah hakkındaki marifet ve takvası oluşmadıkça. Bilindiği gibi Allah'ın (c.c) yaratıkları ve yarattığı gariplikler -mesela gece gündüzün yer değiştirmesi, güneş, ay, kendi nefsi üzerinde düşünmesi keza başlangıcı ve sonucu- üzerinde düşünen kişide bunlarla Allah'a dair marifet artar. Allah (c.c) diyor ki:
    "Kendi nefislerinizde de ibretler vardır. Görmüyor musunuz?" (Zariyat 51/21);  (Mecmu'ul-Feteva kitabının hamişinde, 2/2;  *Külliyat Terc., 2/49 (dipnot).)

    Bu açık ve sahih nebevi naslar ile selefin sözlerinden şu sonuçları çıkarıyoruz:
    1.  Şüphesiz kelime-i şehadetin kabulünde bunların manalarını bilmek şarttır. Çünkü hadiste şöyle denir:
    "Deyinceye kadar"
    "Şehadet edinceye kadar"
    "Allah dışında ibadet edilenleri reddedince"
    "Kim Allah 'ı tevhit ederse"
    Muaz'ın (r.a) hadisinde ise "Allah'ı tanıdıklarında" denilmektedir
    2.  Şüphesiz müşrik Allah'ı tanımıyor (bilmiyor) ve O'na ibadet de etmiyor. Çünkü şirk tek olan Allah'ın uluhiyet sıfatını nefyeder ve böylece onun mabudu şeytan olur. Yani aksini iddia etse de bu ma'bud, Allah değildir.
    3.  Şüphesiz şirkten soyutlanıp arınmadan şehadeteyni telaffuz, sahibine bir fayda sağlamaz.
    4.  Şüphesiz kelime-i şehadeti ifade etmek, marifet (bilgi) ile irtibatlıdır. Biri olmadan ötekisi fayda vermez.
    5.  Şüphesiz savaşın gayesi ve bunun müşriklerin tepesinden kalkması, onların sadece Allah'a ibadet etmeleri, tevhidi benimsemeleri, ortağı olmadan sadece Allah'tan gelen hükümleri kabul etmelerini sağlamak esasına bağlıdır.
    Kur'an-ı Kerim ve Sünnet'in geçen naslarının yanında, ayrıca sahabenin (r.a) anlayışı da -Allah'ın izni ve rahmetiyle- bunu pekiştirmektedir. Buna göre; şüphesiz, müşriklerle savaşmanın amacı, onların ibadette Allah'ı birlemelerini sağlamaktır. Bu konudaki naslar, zahiriyle anlaşılır.
    Buhari Cübeyr b. Hayye'den nakletmektedir:
    Dedi ki:
    Ömer insanları, çeşitli beldelere müşriklerle savaşmaya gönderdi...
    Ömer, bu amaçla bizi çağırdı ve başımıza Numan b. Mukrin'i geçirdi. Biz düşman toprağına geldiğimizde Kisra'nın komutanı 40 bin kişiyle karşımıza çıktı. Tercüman kalktı ve dedi ki:
    Sizden birisi benimle konuşsun. Muğire kalktı ve dilediğini sor dedi. Dedi ki:
    Siz kimsiniz? Muğire dedi ki:
    Biz Arablardan oluşan insanlarız. Biz büyük bir şekavet ve kötülük içinde idik. Açlıktan hurma çekirdeği ve deri parçası soyar, post-tüy giyer, ağaç ve taşlara ibadet ederdik. Biz bu durumda iken semavat ve yerlerin Rabbi (c.c), bize içimizden babasını, anasını tanıdığımız bir elçi gönderdi. Rabbimizin elçisi olan Peygamberimiz (s.a.v) bize sizinle savaşmamızı emretti, ta ki siz ya tek Allah'a ibadet edesiniz yahut cizye veresiniz diye. (Feth'ul-Bari, Kitab'uI-Cizye  vel-Muvade'a, 6/298;  *Buhari Terc., 6/2946)
    Bu nas yüce sahabi Muğire b. Şube'dendir. Hem de o, bunu Müslüman bir topluluk içinde ve kimse de ona karşı çıkmadan söylemiştir. Bu sükuti icma (susmak suretiyle oluşan görüş birliği) ilk nesilden (r.a) gelmektedir. Bu yüzden savaşın gayesinin ibadette Allah'ı birlemek ve şeriki olmadan sadece O'nun ilah kabul edilmesi ile O'nun dışında endad, evsan, tağutlar ve ilahlara ,tanrılara ibadet etmekten kaçınmayı sağlamak olduğuna dair çok açık bir delildir.
    Sayın okuyucu ümmetin selefi ve İslâm'ın imamlarının anlayış ve nitelemelerine dikkat etmelidir.
    Özellikle de Şeyh'ül-İslâm İbni Teymiye, İbni Kayyım ve Muhammed b. Abdulvehhab.
    Bunların bu konudaki ifadelerinin toplamından yakinen anlaşılır ki, şüphesiz müşrikler ve mezarperestler (kabir kulları) Müslüman isminden (sıfatından) uzaktırlar. Keza tevhit bilgisi ve onun benimsenmesi, İslâm'ın varlığı için esastır.