İhtiyaç Anında Gerekli Olan Açıklamanın Geciktirilmesi Caiz Değildir

İhtiyaç Anında Gerekli Olan Açıklamanın Geciktirilmesi Caiz Değildir


İbni Kudame diyor ki:
Gerektiği yerde açıklamanın ertelenmesinin caiz olmadığında ihtilaf yoktur." (Ravdat'un-Nazır ve Cennet'ul-Menazir, 96)
Şevkani de gerektiği andaki beyanın geciktirilmesine dair diyor ki:
Bil ki açıklamaya gereksinim duyulan mücmel, umumi, mecaz, müşterek, muhtelif ve mutlak  fiillerden herhangi bir hususun izahı geciktiğinde, iki durum söz konusu olur. (Bu kavramların izahı için bkz. Fıkıh Usulü kitapları)
1 - Açıklamanın ihtiyaç olduğu andan sonraya kalması; bu o vakittir ki açıklama gerektiği andan sonraya kalsa mükellef, hitabın kapsadığı şeyleri öğrenmeye muktedir olamayacaktır. Bu geciktirme durumu, o anda yapılması gereken (fevri) vaciblerde asla caiz değildir. Çünkü kendisi hakkında malumat bulunmayan bir şeyi yapmak mümkün değildir. Nitekim bu, üstesinden gelinemeyecek sorumluluk (teklifi mala yutak) olamaz düşüncesindeki herkese göre olanaksızdır. Teklifi mala yutak'ı tecviz edenler ise bunun sadece caiz olduğunu ve fakat hiç meydana gelmediğini söylüyorlar. Bunun meydana gelmediği hususu ise iki tarafça da kabul edilmiştir.
Bu nedenle Ebu Bekir el-Bakıllani şeriat sahiplerinin bunun imkânsız olduğunda icma ettiklerini nakletmiştir.
İbni Sem'ani diyor ki:
İzahatın, fiilen işleneceği andan sonraya ertelenmesinin uygun olmadığında ve fakat bu açıklamanın ilgili fiilin işleneceği özel vaktine bırakılmasının caiz olduğunda bir ihtilaf yoktur. (İrşad'ul-Fuhul, 173)
Gerektiği vakit ile hitap vakti arasındaki farka gelince:
Ulema şunda ittifak etmiştir:
İzahatın lazım olduğu andan sonraya ertelenmesi caiz değildir. Yani şer'î teklife uymak gerektiği anda. Yalnız anında yapılması gerekmeyen farzlar hakkındaki beyanın, hitap vaktinden işlenme ve yerine getirilme anına kadar tehirini birçok alim tecviz etmiştir. İkisi arasındaki fark ise açıktır.
Apaçık olarak bilinir ki; akideye taaluk eden açıklamanın fevren yani derhal o anda yapılması esastır. Çünkü bu, itikadın bir gereği ve hem de bu dine girmenin ilk anından itibaren imanın bir şartıdır. Elimizdeki hadiste Peygamber'den (s.a.v) Aişe (r.a) Hanımefendi'ye bu dediğinden ötürü bir kınama söz konusu değildir. Bu demektir ki şer'î bir mahzur ifade etmiyordu. Çünkü açıklama gereken anda bunun yapılmaması onun gerekmediğini gösterir.