Haricilerin Kafir Olduklarına Dair Deliller

Haricilerin Kafir Olduklarına Dair Deliller

Şüphesiz muhakkik imamların büyük bir kısmı onların kâfir olduğunu belirtmiştir.
Mesela - muhaddislerin imamı Buhari, - müfessirlerin şeyhi Taberi, ayrıca Subki, Ebubekir el-Arabi ve Rafii gibileri.
Kurtubi:
Şüphesiz hadiste onların tekfir edilmeleri kanaati daha belirgindir. Kaldı ki Ebu Said rivayetinin zahiri onun da onları kâfir gördüğü şeklindedir demektedir. Bu, Malik, Ahmed ve Şafii'nin meşhur görüşüdür. Nitekim nasların delaleti de bu kanaati pekiştirip desteklemektedir. Ulemanın diğer grubunun nasları tevil etme dışında hiçbir dayanakları yoktur. Bunun gibi belirtilen bu tevile dair de hiçbir delil söz konusu değildir. Kaldı ki nasların zahiri de bunu reddetmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla bu alimler, onları tekfir etmeyi hatalı bulmuştur. Çünkü onlar İslâm'ın aslına sarılmaktadırlar. Söz gelimi bunlardan biri Ebu Süleyman el-Hattabi'dir.
Öte yandan dinin aslından bir şeyi nakzedenin, dinden çıkacağında ihtilaf yoktur. Zaten İslâm (Müslümanlık) hükmü de dinin aslının onda var olduğu varsayımıyla sabit olmaktadır. Bunu nakzedince tartışmasız mürtedliğiyle hükmedilir. Bu husus, Allah'ın izniyle daha önce geçmişti.
Muhalif ulema bu noktada Nebi'nin (s.a.v) şu sözüyle istidlal etmiştir:
"Ok gezinde şüphelenirler."
Hafız buna şöyle cevap veriyor. Gelen diğer rivayetlerde:
"Ondan bir şey yapışmadı ve vücut ve kandan geçercesine" bunlar şöyle cem edilir:
İşin başında şüphe vardı, iyice tedkik edildikten sonra bakan kişi, üzerinde bir şey olmadığında yakine ulaştı.
Ayrıca bazı rivayetlerde gelen "Bu ümmetten" ifadesiyle istidlal etmişlerdir. Hafız şöyle cevap veriyor:
Şüphesiz "bu ümmette" rivayetinde kastedilen, icabet etmiş ümmettir.
"Bu ümmetten" rivayetiyle ise davete muhatap ümmet kastedilmiştir. Yahut bu ümmetten ifadesinin, kendilerinin geçen dönemleri ile ilgili olması da mümkündür.
Nitekim bu ulemanın Nebi'nin (s.a.v) şu sözünü tevilleri de bu manadadır:
"İslâm'dan çıkıyorlar"
Bundan maksat imama itaattir. Bu tevili ise dinden çıkıyorlar, rivayeti reddetmektedir.
Ayrıca onların Ali'nin (r.a) kendisine Hariciler sorulduğunda, onlar küfürden kaçtılar (Bidaye Terc., 7/465) sözüyle ihticac etmeleri de bunun gibidir. Cevab, Hafız'in dediği gibidir:
Şüphesiz eğer Ali'den bu rivayet sabit ise onun, bunların küfründen haberdar olmadığına hamledilir. Yahut o bunu,onların ilk çıkışlarında yani ümmeti tümüyle tekfir etmelerinden önce söylemiş olabilir.
Esasen tevil, ancak bizi nassın zahiri manasından uzaklaştıracak bir karine, bir sebeple doğru olabilir. Şimdi buradaki rivayetlerde böylesi bir durum söz konusu değildir. Aksine bunlar, zahiri manasını sabitleştirip, pekiştirecek şekilde gelmişlerdir. Nitekim Peygamber (s.a.v) şöyle diyor:
"Bu ümmette çıkacak", "okun avdan çıkışı misali dinden çıkarlar", "kan ve vücudu geçişi misali "
"Kur'an o-kurlar bunun lehlerinde olduğunu zannederler oysa aleyhlerinedir. Namazları boyun halkasını geçmez"
Oysa bilindiği gibi, Kur'an Müslümanlar için bir hüccet olarak lehlerinde olur, aleyhlerinde olmaz. Namaz ise ancak kâfirlerden kabul edilmez. Yahut onun bazı şartlarının geri kalmasıyla mümkündür. Veyahut da onun bazı rükünleri veya onu nakzedecek davranışlardan dolayıdır. Bunların dışında küfürden maada geriye bir şey kalmamaktadır. Peygamber'in (s.a.v) şu sözü de var:
"Okun avdan çıkışı gibi dinden çıkarlar ve bir daha da ona dönmezler"
Bilinmektedir ki onlar şayet içinde olsaydılar, bu durumda onun (s.a.v):
"Sonra da bir daha ona dönemezler" demesinin anlamı kalmazdı.
Keza "İmanları boğazlarını geçmez." Bu ise kalbin imandan soyutlandığını gösterir. Bilindiği gibi İslâm'ın sıhhati için kalben iman şarttır. Dünya ve ahiret azabından kurtuluşun yegane vasıtası, odur. Ayrıca Peygamber'in (s.a.v) şu sözleri de vardır:
"Onlar yaratık ve mahlukatın en şerlisidir", "ümmetimin şerlilerini gene ümmetimin hayırlıları öldürecek." "yaratıkların en şerlisi "Allah'ın en çok buğzettiği kişiler" ve "semanın gölgelediği ve yerin yüklendiği en kötü ölüler."
Şüphesiz bu rivayetler onların küfürleri noktasında apaçıktır. Kaldı ki onlar hakkında bu rivayetlerde geçen Allah'ın yaratıklarının en kötüsü, Allah'ın yarattıkları içinde en çok buğzettiği kimseler, semanın gölgelediği, yerin yüklendiği en kötü ölüler şeklindeki nitelemeler yakinen bilinmektedir ki ancak kâfirler için geçerlidir.
Denilecek olsa ki: Bu rivayetler, mutlak olup bütün bunlar, içinde "ümmetimin şerlileri" şeklinde bir ifade bulunan rivayetlerdeki kayıtlara hamledilmelidir. Bu da Müslümanların şerlileri olarak anlaşılır. Allah'tan başarı dileyerek diyorum ki:
Şeriat gereği zarureten bilinir ki, şüphesiz ümmetten birtakım gruplar şirk, irtidat ve atalarının dinine dönme pisliğine düşmüştür. Bu durum, şu ayetlerde belirtilmektedir:
"İnanmanızdan sonra kâfir mi oldunuz?" (Al-i İmran3/106)
"Özür dilemeyin çünkü siz iman ettikten sonra (tekrar) kâfir oldunuz,,"  (Tevbe 9/66)
"Biz ancak Peygamber'e uyanı, ökçesi üzerinde geri dönenden ayırt etmemiz için kıble yaptık." (Bakara 2/143)
Ayrıca Buhari'deki şu hadis:
"Devs kabilesinin kadınlarının kıçları (tekrar) Zu'l-Halasa puthanesinin etrafında (tavaf ederek) çalkalanmadıkça kıyamet kopmaz." (Feth'ul-Bari, 13/82; *Kütüb-i Sitte, 14/330; Buhari Terc., 15/6971)
Hafız dedi ki:
Ayrıca Müslim ve Ahmed'in Sevban'dan gelen hadislerinde şöyle deniliyor:
"Ümmetimden bir kısım kabileler müşriklere iltihak etmedikçe keza ümmetimden bazı kabileler putlara tapmadıkça kıyamet kopmaz." (Feth'ul-Bari, 13/81; *Kütüb-i Sitte, 14/314)
Bu hadis de Hafız'ın, "Bu ümmetten" ile "Bu ümmette" rivayetlerinin arasını birleştirme tarzının, doğruluğunu pekiştirmektedir. Şüphesiz "Bu ümmetten" lafzı mutlaktır. Bununla ya geçmiş olan durumları itibara alınır veya onlar, davete muhatap ümmet olup icabet etmiş ümmet demek değildirler. Çünkü Peygamber (s.a.v) diyor ki:
"Ümmetimden bazı kabileler müşriklere katılmadıkça"
Bunlar ümmetten insanlardı. Hem de kabul etmiş (icabet) ümmetinden. Ancak bu, müşriklere tekrar katılmadan önceki bir durumdur. Ne var ki katıldıktan sonra artık onlardan değillerdir. Ancak bunlar, katıldıktan sonra da önce de her halükarda davet ümmetindendirler. Nitekim Nebi'nin (s.a.v) vefatından sonra Arablar'da meydana gelen riddet olayları da bu cümledendir.
Bu anlatılanlardan yakinen şunu anlıyoruz:
Şüphesiz bir musibete mübtela olup irtidat eden ve böylece müşriklere iltihak eden kişiler de ümmettendir. Bu anlamda Havaric'in ümmetin şerlileri ve Allah'ın en çok buğzettiği kişiler olmaları, onların küfrüne delalet ediyor.
Keza Peygamber'in (s.a.v) onları Ad-Semud misalindeki gibi öldürürüm, demiş olması bunların her ikisinin de küfür üzere ölüp bu sebeple helak edilmiş olması gerçeğini hatırlatıyor. Zaten bundandır ki:
"Ok başına dönünceye dek İslâm 'a dönmezler" demektedir.
Bir de hadisin ravisinin bu ayet, işte bu yüzden indi ve Serahsi'nin rivayetinde, onlar hakkında indi demesi durumu vardır:
"Onlardan sadakaların (taksimi) hususunda seni ayıplayanlar da vardır,,"(Tevbe 9/58)
Şimdi, Nebi'nin taksimine itiraz eden o mel'un kişinin, bu yüzden irtidat ettiği de malumdur. Dolayısıyla bu ayet ona dair olduğu gibi, onun taraftarlarına da şamil olmuştur. Çünkü küfürde ona denk durumdadırlar. Bu yüzden Serahsi'nin rivayet ettiği hadiste, onlar hakkında, diye gelmiştir. Ey! Ebu Said'in (r.a) fıkhına sahip kişi, bu anlayış da, onun, onları kâfir gördüğünü gösteriyor. Çünkü, Zulhuvaysıra da küfür ve irtidada düşmüş olanlarla beraber onları da kapsadığından dolayı söz konusu ayetin hükmü kapsamına dahil etmektedir.
Buna, İmam Ahmed ve Ebu Davud'un ondan rivayet ettiği hadis de delalet ediyor. Hadisin ravisi Asım b. Şemiyh diyor ki:
Ben Ebu Said'i elleri titrek bir şekilde tekbir getirdikten sonra şöyle dediğini gördüm:
Bana göre -onlarla savaşmak, onlar kadar Türk'le savaşmaktan daha uygundur. (el-Bidaye ve'n-Nihaye, 7/299; 'Tercüme, 7/473)
Nitekim onların küfrünü, kendileri hakkında verilmiş örnek de teyit etmektedir. Burada ok, atıcısının güçlü atışının süratinden dolayı hayvanın parçalarından biri kendisine yapışmadan avı delip geçmektedir. Nasıl ki işkembe ve organları geçiyorsa, bunun gibi onlar da kendilerinde İslâm'dan bir eser bulundurmadan, ondan çıkıp gitmektedirler. Sonra da ok gerisin geri dönmediği gibi onlar da İslâm'a geri dönmemektedirler.

Haricileri Tekfirin Sebebleri

Bu kavmi, küfre düşüren afet ve bunun illeti -Allah daha iyi bilir- onların sahabeyi tekfir etmeleridir. Çünkü bu durum, onların Kur'an ve sünnet bağlamında naklettikleri şeylerde tan edilmelerini gerektirir. Değil mi ki, fasıkın şehadeti merduttur. O halde kâfirinki hayli hayli merduttur.
Ebu Bekir b. el-Arabi:
"Eğer fasihin biri size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın." ( Hucurat 49/6) ayetinin tefsirinde diyor ki:
İkinci mesele; kimin fıskı sabit olursa, onun haberlere dair şehadeti icmaen batıl olur. Çünkü haber emanettir. Fısk ise onu iptal eden bir karinedir. (Ahkam'ul-Kur'an, 4/1715)
Mamafih onların sahabeyi tekfirleri, aynı zamanda Kur'an'ı yalanlamayı da gerektirir. Çünkü o, birçok ayette onların adalet ve hayırlarından bahsetmiştir. Kaldı ki Peygamber'den (s.a.v), onlar hakkında övgü ve bu arada ileri gelenlerinin cennetle müjdelenmesi gerçeği mütevatiren sabit olmuştur. Şimdi haberlerde, emir ve yasakların aksine nesh olmayacağı bilinmektedir. Aslında mutlak olarak bunun en tehlikelisi sahabenin tekfirinin onların naklettiği Kur'an ve sünnet noktasında tan (töhmet) edilmelerini gerektirmesidir.
Kadı İyaz da şöyle diyor:
Böylece biz, ümmetin dalalette olduğunu ifade eden, Peygamber'den (s.a.v) sonraki bütün ümmetin; Ali'yi hilafete taktim etmemesi ve O'nun da hilafette öne geçmemesi ve bunun yanında taktim olmak noktasındaki hakkını istememesi hasebiyle kâfir olması gibi gerekçelerle bütün ümmetin çeşitli sebeplerle kâfir olduğunu söyleyen rafizilerden el-Kamiliyye'nin dediği gibi sahabenin tümünü tekfir etmek demeye gelen bir iddiada bulunan kimseleri, kesinlikle tekfir ederiz. Çünkü bunlar, söz konusu iddialarıyla şeriatı bütünüyle iptal etmiş olurlar. Öyle ya bu iddiaya göre onu nakledenler kâfir olunca, onun ve Kur'an'ın nakli bütünüyle son bulacaktır. Nitekim -Allahu alem- İmam Malik de görüşlerinin birinde sahabeyi tekfir edenler öldürülür, şeklindeki sözüyle buna işaret etmiştir." (Kitab'u Şifa, 5/427-428)