Sahabeye Buğzetmek Sahibinin Küfrüne Delalet Eder

Sahabeye Buğzetmek Sahibinin Küfrüne Delalet Eder


Kurtubi
:
"...gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir." (Fetih 48/29) ayetinin tefsirinde şunları söylüyor:
Beşincisi; Ebu Urve ez-Zübeyri, Zübeyr'in oğlundan rivayet etti:
Biz Malik b. Enes'in yanındaydık. Onun yanında Allah'ın elçisinin arkadaşlarını küçümseyen bir adamdan bahsettiler. Bunun üzerine Malik şu ayeti okudu:
"Muhammed Allah'ın elçisidir" ta şu kısma kadar; "...gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir."
Malik devamla dedi ki:
İnsanlardan kim Resulullah'ın (s.a.v) ashabından birine karşı kalbinde buğz beslerse, şüphesiz bu ayete muhatap olur. Bunu Hatib Ebubekir zikretmiştir."
Şüphesiz Malik, bu dediğinde çok doğru söylemiş, tevilinde de isabet etmiştir. Kim onlardan birini küçümser yahut rivayetinde onu tan ederse şüphesiz Alemlerin Rabbi'nin dediğini reddetmiş ve Müslümanların şiarlarını iptal etmiş olur. Allah (c.c) diyor ki:
"Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin,kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler..." (Fetih 48/29) ve
"Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah mü'minlerden razı olmuştur." (Fetih 48/18) ve bunlar gibi, onlara övgü ve onların doğruluk ve felahına şehadeti içeren diğer ayetler:
"Mü'minler içinde Allah 'a verdikleri sözde duran nice erler var." (Ahzab 33/23)  
"Allah'ın verdiği bu ganimet malları, yurtlarından ve mallarından çıkarılmış olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'in dinine ve Peygamberine yardım eden fakir Muhacirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır. "-
"Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenler karşısında içlerinde bir kaygı duymazlar. Kendileri, zaruret içinde bulunanlar bile, onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (Haşr 59/8-9)
Bütün bunlar Allah'ın onların durum ve niyetlerinin farkında olduğunu göstermektedir. (Sonra da onları öven hadisler naklediyor) Esasen bu manada birçok hadis vardır. Bu nedenle onlardan biri hakkında böylesi bir durumdan sakınılmalıdır.
Sözgelimi birinin -şöyle diyerek- dini tanetmesi gibi:
Felak ve Nas (Muavizeteyn) sureleri Kur'an'dan değildir. Kaldı ki bunların Resulullah'tan (s.a.v) sabit olması ve Ukbe b. Amr dışında vahiy bütünlüğüne dahil edilmesi hususunda sahih bir hadis yoktur. Ukbe b. Amr ise zayıf olup ona muvafakat eden hiç kimse olmamıştır. Bu nedenle rivayeti geçersizdir. İşte bu, kitap ve sünnetten zikrettiklerimize bir reddiye, ilaveten sahabenin bize din olarak naklettiklerini tamamiyle geçersiz kılmadır. Şüphesiz Ukbe b. Amr b. İsa el-Cüheni, Buhari ve Müslim sahihaynı ile sair kitaplarda bize şeriatı rivayet etmiş kişilerden biridir. Herşeyin ötesinde o da Allah'ın övdüğü, tavsif edip senada bulunduğu ve mağfiretle büyük ecir vadettiği kişilerdendir. Buna göre kim onu yahut sahabelerden birini kizbe nisbet ederse bu kişi, şeriattan çıkmış, Kur'an'ı geçersiz kılan ve Resulullah'ı tan eden biridir, demektir."
İbni Kesir diyor ki:
"...gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider." (Fetih 48/29) yani Resulullah'ın (s.a.v) ashabı işte böyleydi. Ona yardım ve destek verdiler. Onlar onunla beraber ekinin bir parçası gibiydiler.
"Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir." (İbni Kesir Terc., 13/7391)
İmam Malik (r.a) kendisinden gelen bir rivayette, bu ayetten hareketle sahabeye (r.a) buğzeden rafızileri tekfir etme fikrine varmıştır. Şöyle diyor:
Çünkü onlar sahabeye (r.a) kin besliyorlar. Kim de onlara kin tutarsa bu ayete binaen kâfirdir. Bu hususta bir kısım ulema da ona muvafakat etmiştir. Nitekim sahabenin (r.a) faziletine ve onlara kötülükle taarruz etmekten nehye dair hadisler çoktur. Her şeyden öte Allah'ın onları övmesi ve razı olması kâfidir.
Beğavi de ayetin yorumunu şöyle yapıyor:
Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir."  (Fetih 48/29)  yani onları arttırıp güçlendirdi ki kâfirlere nefret vesilesi olsunlar.
Malik b. Enes:
Kim kalbinde Resulullah'ın ashabına karşı kin beslerse bu ayetin kapsamına girer demiştir.
İmam Taberi ise ayetin tefsirinde şöyle diyor:
"...gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir.."
Yani; filizini çıkarıp güçlenen derken gövdesinin üstüne dikilen ve bütünlüğü ile nebatının güzelliği, yetişip olgunlaşmasıyla, onu ekenlerin hoşuna gider,
"onlara karşı kâfirleri de öfkelendirir." (Fetih 48/29) yani; işte Muhammed (s.a.v) ve arkadaşlarının durumu ile onların sayısının artması bunun gibidir. Öyle ki arttılar, çoğaldılar ve işte bu ekin gibi gelişip büyüdüler. Allah (c.c) önce onların vasfını belirtmekte sonra da onlara karşı kâfirler öfkelenir, demektedir. (Taberi Terc., 5/2278)
İbni Teymiye es-Sarım'ul-Meslul'da şöyle demektedir:
Küfe ehlinden bir grup fukaha ile daha başkaları, sahabeye sövenin öldürülmesi ve ayrıca Rafizilerin kâfir olduğu hususunda kesin kanaat belirtmişlerdir.
Muhammed b. Yusuf el-Feryani'ye Ebubekr'e sövenler (şetm) hakkında sorulduğunda:
O kâfirdir demiştir. Denildi ki:
Peki namazı kılınır mı? Dedi ki:
Hayır. Gene sordular. Ama o, "La ilahe illallah" diyorken ona bu nasıl yapılır? O da:
Ona elinizle dokunmayın çukuruna düşünceye kadar odunla itekleyin dedi.
Ahmet b. Yunus da:
Eğer Yahudi ile Rafızi'nin biri birer koyun kesseler ben Yahudi'nin kestiğini yerim fakat Rafizi'ninkini yemem. Çünkü o, İslâm'dan çıkmış bir mürteddir demiştir.
Ebubekr b. Hani ise:
Rafızi ve Kaderi'lerin kestiği yenmez. Bilindiği gibi kitabinin kestiği yenildiği halde mürtedin kestiği yenmemektedir. Şimdi bu insanlar da mürtet muamelesine tabidirler. Zimmet ehli (gayri müslimler) kendi dinlerini ikrar ediyorlar. Nitekim bu nedenle onlardan cizye alınmaktadır demiştir. Keza Küfe imamlarının ileri gelenlerinden
Abdullah b. İdris de: Rafıziye şufa hakkı yoktur, bu sadece Müslüman için geçerlidir demiştir. (es-Sarım'ul-Meslul, 504)
"Arkadaşlarımızdan bir grup, Ali ve Osman'dan beraat etmek gerektiğine inanan Hariciler ile sahabenin tümüne sövmeye inanan Rafıziler'in -ki sahabeyi tekfir edip sapık sayarak söven kimselerdir.- küfrüne dair beyanat vermişlerdir.
Ebubekir Abdulaziz, el-Mukni adlı kitapta şöyle diyor:
Rafizilere gelince eğer sövenlerden ise kâfirdir ve onunla evlenilmez. Bazı alimler şöyle demiştir -ki Kadı Ebu Yala da bunu teyit etmiştir-: Şayet sahabeye söverse ve bu onların din ve adaletlerini (kadh) zedelerse bununla kâfir olurlar. Yok eğer sadece onlara sövmekle kalıp; din ve adaletlerini tenkit etmezse, mesela onlardan birinin babasına söverse yahut onlardan birine söver fakat bununla ona olan öfkesini belirtiyorsa, işte böylesi şeylerle kâfir olmaz.
Ahmed, Ebu Talib'ten gelen rivayette, Osman'a söven birisi hakkında şöyle demiştir:
Bu zındıktır. Mervezi'nin rivayetinde ise şöyle demiştir:
Ebubekr, Ömer ve Aişe'ye söveni (şetm), İslâm üzere görmüyorum. Kadı Ebu Yala, Ahmed'in, onlara dair bu sözünü mutlak olarak kullanmıştır. Sahabeden birine söven kişi tekfir edilir dediğini belirtmektedir. Fakat Abdullah ve Ebu Talib'ten gelen rivayetlerde öldürülmesi noktasında tevakkuf etmiştir. Nitekim onlara hadd ve taziri gerekli görmesi de onun bunların küfrüne hükmetmediğini ifade eder. Şu halde Ahmed'in, İslâm üzere görmem sözü, sövmelerini helal görenlerin tartışmasız kâfir oldukları ihtimalini ve bunun yanında bunu helal görmeyenler açısından, öldürmenin sakıt olması manasını da taşır. Çünkü o, bunu haram olduğuna inanarak işlemiştir. Tıpkı günahları işleyen gibi.
Esasen onun, onları İslâm üzere görmem, sözü şu yoruma da müsaiddir:
Bu, onların adaletine tan edenler hakkında olabilir. Yine onun şu sözündeki gibi, Nebi'den (s.a.v) sonra zulmettiler ve fasık oldular. Bu meyanda hakka dayanmayan kararlar aldılar. Keza onun 'öldürme, düşer' sözü de onların dinlerine tan etmeden, sövmeye hamledilir. Şu sözü gibi:
Onlarda çok az bilgi, siyaset ve cesaret hakkında zayıf bir marifet vardı. Onlar dünya vesaireye düşkün ve bunlara sevgiyle sarılmıştı. Mamafih onun sözünün zahirine hamledilmesi de muhtemeldir. Bu durumda onlar hakkındaki -sövmeleri bağlamında- görüşüne dair iki rivayet var demektir:
1. Tekfir emekte.
2. Fasık olduklarını belirtmekte.
Buna göre Kadı ve diğerlerinin, onların tekfirinde iki rivayeti havi nakilleri sabitleşmiş oluyor. Ayrıca Kadı:
Kim Aişe'ye (r.a) Allah'ın kendisini tezkiye ettiği bir hususta iftira atarsa tartışmasız kâfirdir demiştir.
Biz burada değerlendirmeyi iki bölümde tertip edeceğiz
1. Mutlak olarak onların sövülmeleri açısından.
2. Sövenin ahkamını açıklama yönünden.
(Bu noktadan itibaren onları tekfir edenlerle, kâfir olmayıp günahkâr olduklarını ifade edenlerin delillerini sıralamaya başlıyor.)" (es-Sarım'ul-Meslul, 505)
"Söven, öldürülür yahut tekfir edilir, diyenlerin sarıldıkları deliller vardır.
Şu delil onlardandır:
"Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil 'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir" (Fetih 48/29)
Şimdi durumları gereği kâfirlerin onlara öfkelenmesi lazımdır. Eğer kâfirler onlara öfkeleniyorsa, peki bu öfkelenenler kimlerdir? Evet bu durumda, onlar Allah'ın kendilerini zelil edip ceza vereceği, küfürleri üzerinde kınadığı kişilerle beraber olmuşlardır. Oysa kâfirlere küfürlerinden dolayı kınandıkları öfkelerine, ancak bir kâfir iştirak edebilir. Çünkü mümin küfürden dolayı kınanmaz. Bunu ayetin şu kısmı açıklıyor.
"Kâfirler onlara öfkelensinler."
Bu, ortaya konulan sıfata uygun hükme dair bir değerlendirmedir. Çünkü kişideki küfür, arkadaşına öfkelenilmesine münasibtir. Şimdi Allah, küfür sahibini, Muhammed'in arkadaşlarına öfkelendirmekte ve bu bağlamda Allah (c.c), Muhammed'in (s.a.v) arkadaşlarına kimi öfkelendirmişse, onun hakkında bunun gereklilikleri bulunuyor demetir ki o da, küfürdür.
Sahihaynda Enes'ten tahric edilen şu hadis de bu cümledendir:
İmanın alameti ensarı sevmektir. Nifakın alameti de ensara buğzetmektir. Başka bir lafızda ise böyledir:
Onları ancak mümin sever ve onlara sadece münafık olan buğzeder. (Buhari Terc., 8/3551-3552)
Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayetine göre Peygamber (s.a.v):
"Allah'a ve ahiret gününe iman etmiş biri Ensar'a buğzetmez demiştir."
Keza Müslim sahihinde Ebu Said'den (r.a) rivayetine göre:
"Allah ve ahiret gününe inanan biri Ensar'a buğzetmez." (Kütüb-i Sitte, 13/61) demiştir.
Buna göre kim söverse şüphesiz bu buğzunda derinleşmiş demektir. Bu durumda bunun, Allah'a ve ahiret gününe İnanmayan bir münafık olması gerekir." (es-Sarım'ul-Meslul, 512)
"Onlar hakkında söylenilenlerin tafsilatına dair bir fasıl:
Kim bu sövmesine bir de, Ali'nin ilah olduğu yahut o peygamberdi de Cebrail risaleti kime vereceğinde yanıldı, sapıklığını eklerse işte bunun küfründe hiç şüphe yoktur. Dahası böylesi birinin tekfir edilmesinde duraksayanın küfründe de şüphe yoktur.
Keza onlardan kim Kur'an'dan bir kısım ayetler noksan olup gizli kalmıştır yahut onun batini tevilleri vardır. Bu tevillerle (yorumlarla) şer'î teklifler vesaire kalkar iddiasında bulunursa ki bu tipler Karamita ve Batıniye diye isimlendirilir. Ayrıca et-Tenasuhiyye de bunlardandır. İşte bütün bunların küfründe ihtilaf yoktur.
Kim de onların adalet ve dinlerine dokunmadan onlara sadece söverse, mesela bazılarını cimrilik veya korkaklık, bilgisizlik, zühd sahibi olmamak vesair ile tavsif etmek gibi. Bu kişi, haddi zatında te'dip ve tazire müstehaktır. Fakat sırf bunlardan dolayı küfrüne hükmetmeyiz, Nitekim onları tekfir etmeyen ilim ehlinin sözleri de buna hamledilir.
Kim mutlak olarak onları telin edip kötülerse işte bu da onlar hakkındaki bir ihtilaf noktasıdır. Çünkü gayzdan kaynaklanan lanet ile itikattan kaynaklanan lanetin durumu birbirinden farklıdır." (es-Sarım'ul-MesluI, 518-519)
"Kim de bunu aşıp dese ki: Onlar on küsur kadar kişi dışında, Resul'ün (s.a.v) vefatından sonra irtidat ettiler, ya da onların tümü fasık oldu, diye itham etse; aynı şekilde bunun da küfründe şüphe yoktur. Çünkü bu kişi Kur'an'ın birçok yerindeki onlardan razı olunduğuna ve övülmelerine dair nassını tekzip etmiş olmaktadır. Bu bir yana, böylesi birinin küfründe şüphe duyup tereddüt eden kişinin ; küfrü dahi besbellidir.
Esasan bu tür sözlerin anlamı şudur:
Şüphesiz Kur'an ve sünneti nakledenler kâfir veya fasıktır. Keza şu ayette belirtilenler
"Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz." (Al-i İmran 3/110) ki bunların en hayırlıları ilk nesildir. İşte bütün bunların hepsi kâfir ve fasık idi. Bunun anlamı ise şüphesiz bu millet, milletlerin en şerlisidir. Dolayısıyla bu ümmetin en evveli de onlar olduğu için, en şerlileri de onlardır. Böyle düşünenlerin küfrü, İslâm dininde zaruri olarak bilinen hususlardandır. Bu nedenle böylesi laflar savuranların tümünün zındıklar olduğunu görürsün." (es-Sarım'ul-Meslul, 504-519).
Bu uzun nakillerden Allah'ın izni ve yardımıyla sabit olmuştur ki:
Şüphesiz sahabeyi din ve adaletine kınamada bulunmak, onları kâfir yahut fasık olmakla tavsif etmek suretiyle sövmek, şüphe yoktur ki böylesi bir iddiada bulunanın küfrü, belirgin ve muayyen olarak apaçıktır. Kaldı ki bu, İslâm dininin zaruretle bilinen hususlarındandır. Çünkü bu tür sözler, onları naklettikleri şeylerde tan etmek ve birçok ayetinde onları övüp medheden Kur'an'ı yalanlamak demeye gelir. Esasen şeriat, sahabaye (r.a) gayzı, sahibinin küfrüne alamet saymıştır. Ki bu, ortaya konan münasip bir vasıf olup hükme illet olmaya da uygundur. Malumdur ki Havaric Ali ve Muaviye ile onlara yardım edenleri tekfir etmiştir.
Bu Hariciler hadisini müfessirlerin mutlak imamı Taberi'nin de dediği gibi şu şekilde özetleyebiliriz:
Bu hadiste, Müslüman sıfatını hakettikten sonra kıble ehlinden, bilerek ve farkında olarak ondan (İslâm'dan) çıkma kasdı olmaksızın Hiç kimse İslâm'dan çıkmaz, düşüncesine karşı bir reddiye vardır. Çünkü bu görüş hadisteki ifadeyi geçersiz kılmaktadır.
"Hak söyleyip Kur'an okurlar, Mamafih İslâm'dan hiçbir şeye sahip olamadan çıkarlar."
Keza Hafız'ın dediği gibi:
Bu hadisten, Müslümanlar'dan kimisi dinden çıkmayı kastetmeksizin ayrıca başka bir dini İslâm'a tercih edip seçme niyeti olmaksızın dinden çıkar sonucu da çıkmaktadır. Bu netice, mutlak olarak onların, tekfir edilmeleri düşüncesine dayalıdır.
Bununla anlaşılır ki, şüphesiz Hafız'ın bahsettiği bu kaide, onların tekfirini benimseyen herkesin yanında bir sabitedir.
Şu da var ki, bu tür şeyler dinin aslına temas etmeyen konulardır. Hele bir de dinin aslına temas ederse hüküm ne olur?
Şimdi kimse, şüphesiz kıymetli sahabi Ebu Said el-Hudri, muhaddislerin imamı Buhari, müfessirlerin imamı Taberi, Kadı Ebubekr b. el-Arabi, Subki, Rafıi ve diğerlerinin bidatçı olduklarını demeye cesaret edebilir mi?
Çünkü onlar Hariciler'in küfrüne hükmetmişlerdir. Kaldı ki onları, cehalet, hata ve tevil yapmak gibi şeylerle mazur da görmemişlerdir.