Şirk ve Cehalet Sıfatlarının Birbirinden Ayrılmazlığı


Şirk ve Cehalet Sıfatlarının Birbirinden Ayrılmazlığı



Bu nedenle, bil ki:
Şirk, cehaletin eşidir. Tevhit ise ilmin ayrılmaz dostudur.
Allah (c.c) diyor ki:
“İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf 12/40)
İbni Kesir bu ayetin tefsirinde:
İşte zaten insanların çoğu bu yüzden müşriktir, demiştir. (İbni Kesir Terc., 8/4071)
Bu mana -ki o da insanların çoğunun cehaletidir, bilmiyor oluşudur- birçok ayette söz konusudur. Şu ayetlerde geçtiği gibi:
“De ki: (Öyleyse) övgü de yalnız Allah’a mahsustur, ama onların çoğu bilmezler.” (Lokman 31/25)
“Onları sadece gerçek bir sebeple yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar.” (Duhan 44/39)
“Oranın bakıcı ve koruyucuları takva sahiplerinden başkaları değildir. Fakat onların çoğu bilmiyorlar (Enfal 8/34)
Esasen bu, insanların çoğunun cehalet ve ilimsizlikle nitelenmeleri durumu, birçok ayette mevcuttur. Nitekim bunun gibi Kur’an’da birçok ayette insanların çoğu müşrikler ve doğru yoldan sapmışlar (dalalette) olarak nitelenmektedir. Şu ayetlerde olduğu gibi:
“Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler.” (Yusuf 12/106)
Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar (yudilluneke).” (Enam 6/116)
Kur’an’ın sabit ve apaçık beyan edici ayetlerinin şunu gösterdiği malumdur: Şüphesiz insanların çoğu şirk ile cehaleti bir arada cem etmektedirler. Allah (c.c) şöyle derken:
“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. (Nisa 4/48)
Biz bunu sadece alim ile muannit kişiye hasrediyoruz. Ne var ki bu, çok nadir durumlarda böyledir. Oysa bilindiği gibi, ayetler, çok az söz konusu olan nadir durumlar için değil, aksine yaygın olan bir hususa dair inmiştir.
İmam Ebu Batin -Şeyhül İslâm İbni Teymiye’den şüphesiz kim şirk işlerse kesinlikle müşriktir. Tevbeye çağırılır. Tevbe etti ise iyi, yoksa katledilir, ifadelerini naklettikten sonra şöyle demektedir:
“Şüphesiz İmam İbni Teymiye birçok yerde kesin olarak şirkin herhangi bir çeşidini işleyen tekfir edilir diye belirtmiştir. Ayrıca buna dair Müslümanların icmaını naklettiği halde bundan cahil vesaireyi de ayırd etmemiştir. Allah (c.c) şöyle demiştir:
“Allah,  kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz.” (Nisa 4/116)
Ayrıca Mesih’in ifadesiyle de şöyle demektedir:
“Kim Allah’a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir.” (Maide 5/72)
Şimdi kim bu sakındırmayı yalnızca inatçı (muannid) insanlara has kılar ve bundan cahil ile tevilci ve mukallit kişileri hariç tutarsa, şüphesiz Allah’a ve Resulüne muhalefet etmiş olacağı gibi müminlerin yolundan da ayrılmış olur. Kaldı ki fukaha kitaplarında, ‘mürtedin hükmü’ bölümünü şu cümleyle başlatıyorlar:
‘Kim Allah’a şirk koşarsa...’ ve bunu hiçbir surette sadece muannid ile sınırlamıyorlar. Aslında bu çok açık bir husustur. Allah’a hamd olsun.”
(*el-İntisar li Hizb’il-Muvahhidin. * Ebu Batin, eş-Şeyh Abdullah bin Abdurrahman, el-İntisar li Hizb’il-Muvahhidin ve’r-Red ala’l-Mücadil an’il-Müşrikin, 27, (Akidet’ul-Muvahhidin ve’r-Red ala’d-Dullal ve’l-Mübtediin. Derleyen: Abdullah bin Sa’di El-Ğamidi el-Abdeli, Birinci Baskı, Mektebet’ü-Tarafeyn, Taif 1991, kitabının içinde)
Nitekim İbni Abbas’ın (r.a) da, Nuh (a.s) zamanında şirkin başlamasını tahlil ederken bunun, ilmin yok olmasıyla başladığını belirttiği, anlayışının böyle olduğu malumdur. O şöyle diyor:
Putlara tapılmadı, ta ki bu bilgiye sahip insanlar ölünce, bu bilgi kayboldu ve artık onlara ibadet edildi. Oysa bu kavim işin başında tevhit üzere olup muvahhitlerin neslinden geliyordular. Akabinde bunlarda cehalet ve tevil türü etkenlerle yavaş yavaş Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği, kendi yanlarından bir bid’at olarak, kendilerini Allah'a daha fazla yaklaştıracağı iftira ve dalaveresiyle şirk başladı. Böylelikle de müşrik oldular. İşte böyle bir ortamda Allah (c.c), muhalefet edene dünya ve ahirette azabı gerektiren delili serdetmesi için, Nuh'u (a.s) beşir ve nezir olarak gönderdi.
Allah (c.c) Hud suresinde diyor ki:
"Andolsun biz Nuh'u kavmine (peygamber olarak) gönderdik. Onlara, Ben (dedi), sizin için apaçık bir uyarıcıyım. -Allah'tan başkasına tapmayınız! Çünkü ben size (gelecek) acıklı bir günün azabından korkuyorum" (Hud 11/25-26)
İbni Kesir şöyle demiştir:
Allah (c.c) Nuh'dan (a) haber veriyor ki o, Allah'ın yeryüzünün putperest müşriklerine gönderdiği ilk resuldür. O, kavmine şöyle demişti:
"Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım" yani, siz Allah'tan başkasına ibadet edecek olursanız, sizi O'nun azabından açık bir şekilde sakındıran bir elçiyim.
Allah'ın "Ben sizin adınıza elim bir günün azabından korkuyorum'' sözü de şu anlama gelir; siz üzerinde bulunduğunuz bu durumda kalırsanız Allah sizi kıyamet günü elim, acı ve sıkıntılı bir azabla azablandırır. (İbni Kesir Terc.. 8/3919)
Nuh (a.s) kavmi için söylenen her şey, iki resul arasındaki her ümmet için de geçerlidir. Çünkü her elçi genel manada İslâm ile, cahil ve müşrik olan kavmine gönderilir. Onların ise ekserisi ona karşı çıkar (küfreder), Allah'ın hidayete muvaffık kıldığı bir kısmı da iman eder. Sonra da Allah (c.c), onlar ile kavimlerinin arasını ayırır ve risaleti inkâr edenlerin helakinden sonra muvahhitleri baki kılar. Artık bunlar Allah'ın dilediği bir zamana kadar tevhit üzere devam ederler. Ta ki onlardaki ilim yok olunca, böylece yavaş yavaş şirk başlar. Tabi ki bunu, yanlarında Allah’tan (c.c) bir delil olmadan, Rablerine yaptıkları iftira ve cehaletlerinden dolayı yaparlar. İşte böyle bir durumda Allah onlara bir elçi gönderir ki, kendilerini karanlıklardan aydınlığa, şirkten tevhide ve cehaletten ilme kavuştursun. Ve ayrıca nebevi hüccetten sonra küfür ve şirklerinde devam edecek olurlarsa dareynde (dünya-ahiret) âzap ile sakındırsın. Bu şu ayette de ifade edilir:
(Yerine göre) müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki insanların, peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın!” (Nisa 4/165)
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki: Şüphesiz müşrik ismi, mesajın ulaşmasından önce sabittir. Lakin azap ise iki dünyada da ancak mesajdan sonra olur.
İbni Teymiye, Muhammed b. Nasır el-Mervezi’den naklen diyor ki:
Allah’a dair ilim, iman; O’nun hakkındaki cehalet ise küfür demektir.
Bunun gibi farzlara dair bilgi, iman; bunlar hakkında farz kılınışlarından önceki cehalet ise küfür demek değildir.
Çünkü Resulullah’ın (s.a.v) ashabı, Allah, elçisini onlara ilk gönderdiği sırada Allah’a imanlarını ikrar ettiler ve lakin bunun akabinde kendilerine farz kılınan hususları bilemediler. Buna rağmen gelecek olan farzlara dair bu cehaletleri, küfür olmadı. Akabinde Allah (c.c) onlara farzları indirdi. İşte bu farzları ikrar etmeleri ve onları yerine getirmeleri iman oldu. Mamafih onu inkâr eden ise Allah’ın haberini yalanladığı için, kâfir oldu. Şayet Allah’tan bir haber gelmemiş olsaydı sırf buna dair cehaleti sebebiyle hiç kimse kâfir olmazdı. Bu bağlamda haberin gelişinden sonra Müslümanlardan bunu duymayan olursa bu cehaleti sebebiyle gene kâfir olmamaktadır. Ne var ki Allah’a dair bilgisizlik (cehalet) her halükarda küfürdür. Bu, ister haberin gelişinden önce olsun ister sonra. (Feteva, 7/325. *Külliyat, 7/264)
Bedai’us-Senai yazarının ifadesine göre Ebu Yusuf, İmam Ebu Hanife’den (r.a)şu ibareyi nakletmiştir:
Ebu Hanife (r.a) şöyle diyordu:
Hiçbir kulun, yaratıcısını tanıma noktasında cehaletinden dolayı mazereti olamaz. Bütün yaratıkların Rabbini tanıyıp tevhit etmesi gerekir. Çünkü bunlar, yer ve göğün yaratılışını, kendi yaratılışlarını ve Allah’ın (c.c) yarattığı sair şeyleri görmektedirler. Farzlara gelince bunları bilmeyen ve ilgili haber kendisine ulaşmamış kişi hakkında, delil, lafız olarak hükmen sabit olmamış demektir. (Bedai’us-Senai. 7/132)
İbni Teymiye şöyle demiştir:
Hud’dan (a.s) bahsederken onun kavmine şöyle dediğini haber veriyor:
“Siz sadece iftira edenler (müfteri) siniz.” (Hud 11/50)
Muhalefet ettikleri şeyin hükmü ile onlara hükmetmeden önce onları müfteriler diye niteledi. Çünkü onlar Allah’ın yanında başka ilahlar edinmişlerdi. Şüphesiz müşrik sıfatı, risaletten (mesajdan) önce de sabittir. Çünkü böylesi biri risaletten önce de Rabbine şirk koşuyor, O’na ortaklar tutuyor ve O’nun yanında başka ilah ve nidler ediniyor.
(*Allah’tan daha çok sevildikleri için. ölçü haline getirilmiş şeyleri ifade eder. Bir şeyin nid olması için onun özel bir varlık olması şart değildir. Bkz. Vatandaş, C., Tevhid ve değişim, 116-117; Özütoprak, A. Y., Dini Doğru Anlamak. 57.)
Bu da gösteriyor ki bu sıfatlar, risaletten önce sabit vaziyettedir. Tıpkı cahil ve cahiliyet isimleri gibi. Nitekim Resulün gelişinden önceki döneme cahiliye ve mensubuna cahil deniliyor. Azap ise böyle değildir. Çünkü yüz çevirmek ancak itaatten kaçınmak suretiyledir. Tıpkı şu ayette geçtiği gibi:
“Aksine, yalan saymış ve yüz çevirmişti.” (Kıyame 75/32)
İşte böylesi bir durum, yalnızca mesajın gelmesinden sonra mümkündür. (Feteva, 20/37)
Dördüncü delil Allah’ın (c.c) şu ayetidir:
“Durum şu ki: içinde yaşayanlar gafil oldukları halde senin rabbin bir zulüm ve haksızlık ile ülkeleri helak eden değildir (helake sebep kendileridir). ” (Enam 6/131)
Kurtubi’den:
...Biz onlara bunu yaptık. Çünkü ben hiçbir memleketi zulümleri sebebiyle helak eden olmadım. Yani şirkleri sebebiyle onlara elçi göndermeden önce. Ki onlar da, bize ne bir beşir ve ne de bir nezir geldi demesinler. Şu anlama geldiği de söylenmiştir:
Hiçbir memleketi onlardan şirk koşanın şirki sebebiyle helak etmedim. Bu şu ayete benzer:
“Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez.”(Enam 6/164)
Şayet Allah, onları peygamber göndermeden önce helak edecek olsaydı O’nun bunu yapması lazımdı.
Beğavi’den:
Yani sana bu anlattıklarımız, resuller ve onları yalanlayanların azabı ile ilgili bir durumdur. Çünkü Rabbin, memleketleri zulümle helak edici olmadı. Yani onları zulümle helak eden olmadı. Bu da, şirk koşanın şirki nedeniyle demektir, “ve halkı gafil olduğu halde” yani uyarılmadıkları halde. Özetle onlara kendilerini uyaracak elçi göndermeden önce
Şevkani’den:
“Zulüm ile”:
Yani onlardan zulüm işleyen kişilerin zulmü sebebiyle memleketleri helak etmedim. Hem de halkı gafil olduğu ve Allah onlara bir elçi göndermediği halde. Bu şu anlama gelir: Şüphesiz Allah (c.c), kullarına elçiler göndermiştir. Çünkü O, hak kitapların indirilişinden, Resullerin gönderilişinden önce, inzar ve sakındırmadan habersiz oldukları bir halde bu memleketlerin kendisine isyan eden halkını küfürleri ile helak etmez.”
Selefin bu ifadelerinden de anlaşıldığı gibi bu ayet, bisetten önce insanlar gaflette oldukları halde, onlar için şirk vasfının sabit olduğunu gösteriyor. Ne var ki, azap ancak risaletten sonra olmaktadır.
Konunun burasında -Allah’ın meşieti ve yardımıyla- Allah’ın kitabından bu meselede taşı gediğine koyacak özellikte bir ayet vereceğim. Bu ayetten söz konusu hükmün illeti rahatlıkla anlaşılır. Bu hüküm, hüccet ikame edilmeden ve mesaj ulaşmadan sırf şirke bulaşmış olmaktan dolayı müşrik vasfının sabit olmasıdır. Esasen bu hüküm umumen bütün milletler ve yaratıklar arasında geneldir. Bu ayet misak ayetidir. Yalnız biz ondan bahsetmeden önce şuna dikkat çekeceğiz; ulema bu ayetin şirk hususunda müstakil bir delil olduğunda ittifak etmiştir. Bunun yanında sadece bu ayetin tek başına azap konusunda da müstakil bir delil olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir. Bu konuda iki görüş vardır.
Bu şahid tutma, gerçekten konuşma diliyle mi alınmış yoksa hal diliyle (mecazen) mi alınmıştır, bunda ihtilaf etmişlerdir. Bu konuda da iki görüş vardır.
İşte üzerinde ittifak ettikleri bu, ihtilaf ettikleri ise bunlar. Bunu belirtmemizdeki amaç şudur:
Kafalar karışmasın ve hükümler muhkem bir şekilde yerine otursun.