Dinin Usul ve Furu (Temel ve Ayrıntı) Diye Bölümlere Taksim Edilmesi Bidattir.Bunun Reddedilmesi Gerekir

  1. Dinin Usul ve Furu (Temel ve Ayrıntı) Diye “Bölümlere Taksim Edilmesi Bidattir.Bunun Reddedilmesi Gerekir
  2. Bidat Ehlinin Belirlediği Usul-i Din Safsatası
  3. Dinin Asıllarının (Usul-i Din) Hükmü ve Bunların Özrü Ortadan Kaldıracak Şekilde Açıklanması
  4. Dinin Aslı Onu Sadece Allah’tan Almaktır
  5. Dinin Aslı Sadece Allah’a İbadet Edip Sırf O’na İman Etmektir
1.Dinin Usul ve Furu (Temel ve Ayrıntı) Diye “Bölümlere Taksim Edilmesi Bidattir.Bunun Reddedilmesi Gerekir
Şu veya bu şekilde müşriklerin Müslümanlığını savunan birçok yazar, buna  Şeyh'ul-İslâm (İbni Teymiye)'ın siyak sibakından (konu bütünlüğünden) koparılmış bir ifadesini de ekleyerek, dinin usul ve furu diye taksim edilmesinin bidat olduğunu tekrarlayıp duruyorlar. (Örnek olarak bkz. Ferid, Ahmed, Cehalet Özürdür Bidatçı Tekfircilere Reddiye, Terc., M.Y., Guraba yay., İst. 1996, 57-58)
Bu yetmezmiş gibi dinin temel ve ayrıntılarının olduğunu düşünenlere de bidatçı ithamında bulunmaktadırlar. Allah'tan başarı dileyerek diyorum ki:
Bu safsatayı ortaya atanların Allah'tan korkmaları zamanı gelmedi mi?
Oysa bu iddianın dehşetinden deriler bile titrer, kalpler parçalanır. Bunlar Allah'ın şu ayetlerini duymamışlar mı?:

"Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimseler için bağışlar." (Nisa 4/48)
"Andolsun ki, (bilfarz) Allah'a ortak koşarsan, işlerin şüphesiz boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun!" (Zümer 39/65)
"İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar (var ya) işte güven onlarındır. Ve doğru yolda olanlar da onlardır, (Enam 6/82) ve Peygamberin (s.a.v), zulmün büyük şirk olduğunu hem de:
"Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür." (Lokman 31/13) ayetini çağrıştıracak tefsirini duymadılar mı? Keza onlar Peygamber'in:

"Ben insanlarla La İlahe İllallah'a şehadet edinceye kadar savaşmakla emrolundum." İle
"Kim La İlahe İllallah der ve Allah dışında ibadet edilen her şeyi reddederse" hadislerini işitmediler mi?
Dikkat edilirse Peygamber burada 'insanlar, zina haramdır; nikah helaldir' ya da 'faiz haram ve fakat alışveriş helaldir deyinceye kadar savaşmakla emrolundum', dememektedir.
Şayet bir müşrik Peygamber'e (s.a.v) gelse ve ben sadece içkinin haram olduğuna şehadet ediyorum dese, bunun İslâm'ına hükmeder miydi?
Yoksa bunlar bizden, tevhidin yolda eziyet veren şeyin kaldırılması ve şirkin günah gibi olduğunu, bunlar arasında bir fark olmadığını dememizi mi bekliyorlar?
Sübhanallah bu büyük bir iftiradır. Kaldı ki Kur'an ve sünnet başından sonuna kadar bu büyük iftirayı reddetmektedirler.


2.Bidat Ehlinin Belirlediği Usul-i Din Safsatası

Şeyhin (İbni Teymiye) kelamına gelince. Şüphesiz o, ehli bidatin ortaya attığı usulden bahsetmektedir. Haliyle bu usul, Resulün getirdiği mesele ve delillere dair dinin temel ilkelerine muhaliftir. Oysa bu bidatçılar, kulun İslâm'ını bu usulü tamamlamasına dayamış; kişinin bunu terk etmesini mazur görmemişlerdir. Bunun gerisinde kalana da furu demişlerdir. Bunlarda da cehalet ve tevili mazeret kabul etmişlerdir.
Şüphesiz her bir fırkanın bir takım ilkeleri vardır ve bunları dinin usulü diye nitelerler. Ne var ki bunlar Rasulün (s.a.v) getirdiği dinin temel ilkelerine hep muhaliftirler. Bu fırkalar söz konusu ilkelerine sarılmayanları tekfir etmiş ve ancak bunların dışında kalan hususlarda kişileri mazur görmüşlerdir. Mesela Cehmiye, Mutezile, Rafıziler ve diğerleri gibi.
Şeyh şöyle demektedir:
Tevhit kavramı çok büyük bir kavramdır. Peygamberler bunu getirmiş, kitaplar bununla inmiştir. Şimdi onlar, tevhitten nefyettikleri o manaları ortaya koyunca, bunların muradının peygamberlerin arzusuna muhalif olduğunu bilmeyen kişiler, onların, resullerin getirdiği tevhitten bahsettiğini ve bundan bahseden söz konusu kişilerinse muvahhitler olduğunu zannetmektedir.
Nitekim bunu Cehmiye, Mutezile ve sıfatları nefyedip buna tevhit, bunun savunucularına muvahhit ve ilgili ilme de tevhit ilmi diyerek onlara muvafakat edenler böyle yapmaktadır.
Sözgelimi Mutezile ile onlara muvafakat edenler, kaderi nefyetmeye, adalet ve kendi kendilerini de adaletçi ve adalet ehli diye nitelendirmektedirler.
Esasen böylesi bidatlar gerçekten çoktur. Bunlar, kitap ve sünnetin lafızlarıyla, hem de Allah ve resulünün kendileriyle kastettikleri manalara muhalif manalar ile ifade edilmektedirler. Doğrusu bu sözlerin sahipleri bu eğriliklerini Allah (c.c) ve Resulünden (s.a.v) bir delille telakki etmemektedirler. Aksine bunları, kendileri ve imamlarına arız olan bir şüpheden dolayı yapmaktadırlar. Böyle iken bunları tutup kitap ve sünnetin lafızlarıyla tabir etmişlerdir. Hem de kendilerine bir hüccet ve delil olması için. Maksat bunlarla Resule muhalif değil, tabi olduklarını ortaya koyabilmektir.
Esasen onlardan birçoğu bahsettiklerinin Resule muhalif olduğunun farkında değillerdir. Aksine kastettiği bu mananın Resul (s.a.v) ve ashabının (r.a) kastettiği mananın ta kendisi olduğunu zannetmektedirler... (Ta ki şöyle diyor) ...
Oysa Kur'an, Allah'ın sıfatlarının zikriyle dopdoludur. Mesela O, Ahaddır, Vahiddir. Keza ilahınızın tek olduğu ve ayrıca Allah'tan başka ibadete layık ilahın olmadığı vesair gibi zikirlerle doludur.
Şimdi sahabenin bunları bilmesi gerekirdi. Çünkü bunları bilmek dinin esasıdır. Kaldı ki bu, Resulullah'ın halkı kendisine çağırdığı ilk sabitedir. Dahası onun, uğruna savaşacağını belirttiği en önemli husustur. Evet bu, Allah'ın insanlara şart koşmaları için elçilerine yaptığı ilk emirdir. Nitekim Resulullah'ın insanları ilkin La ilahe İllallah'a davet ettiğinin haberleri mütevatir olmuştur." (Feteva, 18/352)

 
3.Dinin Asıllarının (Usul-i Din) Hükmü ve Bunların Özrü Ortadan Kaldıracak Şekilde Açıklanması

 
Keza İmam (İbni Teymiye);
Kendisine gelen bir soruya verdiği cevapta şöyle demiştir:
Hakkında Peygamer'den (s.a.v) hiçbir açıklama bulunmadığı halde insanlar arasında konuşulmakta olan dinin temeline dair bazı usul-i din konularında derinlemesine araştırma yapmak caiz midir değil midir?
Şayet caizdir deniyorsa bunun keyfiyeti nasıldır?
Cevap: Alemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun. Önce birinci nokta üzerinde duralım:
Soru sahibinin, hakkında Peygamber'den (s.a.v) hiçbir açıklama nakledilmediği halde insanlar arasında konuşulan dinin temeline ait bazı meselelerde derinlemesine araştırma yapmak caiz midir değil midir? sorusu yanlış ve bidat olan belli konular paralelinde doğmuş bir sorudur. Çünkü "dinin temeli (usul'ud-din)" diye isimlendirilmeye hak kazanmış "Dinin temelinden olan meseleler" yani Cenab-ı Hakkın Resulünü kendisiyle doğrudan doğruya gönderdiği ve kitabını inzal buyurduğu din hakkında "bu hususta Peygamber'den (s.a.v) bir açıklama nakledilmemiştir" demek caiz değildir. Üstelik bu bizzat kendi içinde tutarsız bir sözdür.
Çünkü bir meselenin dinin temelinden / aslından olması o meselenin dine ait hususların en mühimlerinden sayılmasını ve dinin kendisine zaruret duyduğu noktalardan olmasını gerektirir. Binaenaleyh, bu meselelerde Peygamber'den (s.a.v) herhangi bir sözün aktarılmadığını ifade etmek, şu iki durumdan birisini gerekli kılar.
1. Ya Peygamber (s.a.v), dinin kendisine gereksinim duyduğu önemli bazı meseleleri ihmal edip açıklamamıştır.
2. Ya da Peygamber (s.a.v) açıklamış ama ümmet bunları nakletmemiştir.
Fakat bu iki ihtimal de kesinlikle batıldır. Böyle bir şey, münafıkların dine yönelttikleri tenkit noktalarının en büyüklerinden biridir. Bu ve benzeri hususları ancak, ya Peygamber'in (s.a.v) getirdiği dinin hakikatlarını bilmeyen ya da insanların kalbleriyle idrak ettikleri şeylerden cahil veyahut da bunların ikisinden de mahrum kimseler ortaya atıp zan beslerler. Çünkü kişinin Peygamber'in (s.a.v) getirdiği dinin hakikatlarını bilmemesi, bunların kapsadığı dinin temeli ve tali unsurları (usulü ve furu) hakkında bilgisinin olmamasını gerektirir.
İnsanların kalbleriyle idrak ettikleri şeylerden cahil olması da akılla anlaşılan gerçekler içine bu kişi ve benzerlerinin, aslında tamamen cehalet olduğu halde 'akli' diye isimlendirdikleri hususları katmasını gerektirir. Hem dinin hakikatlarını hem de akli esasları bilmemesi durumunda ise dinin temelinden olmayan batıl mesele ve vasıtaları dinin temelindenmiş gibi sanması ve bu hususlarda sahip olunması gerekli itikada dair Peygamber'in (s.a.v) bir açıklamasının olmadığını zannetmesine yol açar. Aynen avam tabakası bir tarafa alimlerine varıncaya kadar çeşitli insan grupları için geçerli olduğu gibi.
İnsanların bilmek, inanmak ve tastik etmek ihtiyacını duydukları her şey bu meselelerdendir. Allah ve Resulü bunları mazeret beyanına imkân bırakmayacak şekilde net ve tam olarak açıklamışlardır. Çünkü bu esaslar, Resulullah'ın (s.a.v) ayan beyan tebliğ edip insanlara açıkladığı sabitelerin en önemlilerindendir. Allah'ın (c.c) bu esasları açıklayıp tebliğ eden peygamberleri vasıtasıyla kullarına karşı bağlayıcı deliller koyduğu en önemli hususlarındandır.
Bizim burada maksadımız sadece, Kur'an ve sünnette, gerçekten usul-i din (temel dini meseleler) olmaya layık temel dini meseleler ve delillerine ait umumi, öz esasların mevcut olduğuna dikkat çekmektir.
Birtakım kimselerin bu usuli din kavramının şümulü içine soktukları batıl bazı konulara gelince, her ne kadar bu adamlar böyle temelsiz mesele ve delilleri usul-i din'e dahil görseler de durum asla öyle değildir. Bunlara örnek olarak ilahi sıfatları inkâr ve benzeri konuları delil gösterebiliriz." (Feteva, 3/293-303; *Külliyat, 3/247-248-257.)

 
4.Dinin Aslı Onu Sadece Allah’tan Almaktır

Şeyh (İbni Teymiye) (r.a) dinin aslını tarif ederken diyor ki:
Dinin aslı, Allah ve Resulünün vacip gördüğünden başka vacip, Allah ve Resulünün haram gördüğünden başka haram, O'nun ve elçisinin mekruh gördüğünden başka mekruh, Allah ve Resulünün helal gördüğünden başka helal ve Allah ve Rasulülünün mubah gördüğünden başka müstehap olmadığının kabul edilmesidir.
Helal Allah ve Rasulünün helal gördüğü, haram da yine Allah ve Rasulünün haram gördüğüdür.
Din ise Allah ve Rasulünün ortaya koyduğu kanunlardır.
Bu nedenle Allah, müşrikleri ve diğerlerini, dinde kendinden izin almadan helal kıldıkları, haram saydıkları ve yasama türünden kendi yanlarında ihdas ettikleri şeylerden dolayı kınamıştır." (Feteva, 29/345)

 
5.Dinin Aslı Sadece Allah’a İbadet Edip Sırf O’na İman Etmektir

Şeyh'ül-İslâm (İbni Teymiye) diyor ki:
Bütün Müslümanların şu riyakâr bidatçıların iddia ettiğinin, dinden ve Allah'ın salih kullarının yaptığı türden bir şey olmadığını, aksine Allah'ın tevhidi, dinin O'na has kılınması ve Resulüne itaatten çıkan cehalet, dalalet ve şirk ehlinin amelinden olduğunu bilmeleri lazımdır.
İslâm'ın temeli Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun Resulü olduğuna şehadet etmektir.
Kim riya ve şöhret amacı ile O'na ibadet etmeyi talep ederse "La ilahe illallah" şehadetini gerçekleştirmiş olamaz. Kim de Resulün (s.a.v) getirdiği şeriatın emrettiği bir hususundan çıkmak suretiyle bidatlara sarılarak ibadet ederse bu kişi Muhammed Resulullah şehadetini gerçekleştirmiş olamayacaktır.
Şüphesiz bu iki esası, sadece Allah'a ibadet edip Resulünün (s.a.v) kendisinden bildirdiği şeriatından çıkmayan kişiler gerçekleştirmiş olur." (Feteva, 11/617)

"Allah'a çağırmak kulun, O'nun dinine davetiyle olur. Bunun aslı ise şirk koşmadan sadece O'na ibadet etmektir. Nitekim Allah elçilerini bununla göndermiş kitaplarını bununla indirmiştir.
Esasen peygamberler, itikadı ve amelî usulü kapsayan dinde müttefiktirler. İtikadı olan, mesela Allah'a, elçilerine ve ahiret gününe iman etmek gibi; amelî olan ise Enam ve Arafta zikredilen genel amellerdir. Bu yüzden, Mekki surelerde hitap, davetin umumi olmasından dolayı, usule yapılarak ey insanlar diye gelmiştir. Çünkü usulü (temeller) ikrar etmemiş biri furuata (ayrıntıya) davet edilmez." (Feteva, 15/158-160)

"İman ismi (kavramı), Kur'an ve hadiste diğer lafızların zikrinden çok daha fazla tekrarlanmaktadır. Çünkü bu dinin aslıdır. İnsanlar bununla karanlıklardan aydınlığa çıkar. Keza saidlerle şakilerin arası bununla ayırdedilir." (Feteva, 7/289; *Külliyat, 7/237)

"İlmen ve halen imandan kalp ile kaim olan din, bizatihi usuldür. Zahiri ameller ise işte bunlar da furudur. Dahası imanın kemalidir.
Şimdi dinin öncelikle usulleri teşkil edilir. Akabinde furu ile tekmil edilir.
Tıpkı Allah'ın (c.c) Mekke'de bunun (dinin) tevhidi temellerini, akli kıyasın örneklerini, kısas, vad ve vaidi indirmesi, Medine de ise din güçlenince bu defa cuma ve cemaat gibi zahiri furuatını indirmesi gibi...
Bu çerçeveden onun usulü, furuunu yayarak pekiştirip sabitleştirir. Furuu ise usulünü tamamlar ve muhafaza eder." (Feteva, 10/355)


 
"Şüphesiz tevhit imanın aslıdır. O, cennet ehli ile cehennem ehli arasındaki mihenk taşıdır. Dahası o, cennetin ücreti (karşılığı)dır. Hiç kimsenin İslâm'ı, o olmadan sahih olmaz." (Feteva, 24/235)

Şeyh'ten yapılan bu nakillerden sonra, ki şayet uzatma korkusu olmasaydı daha çok nakillerde bulunurdum. Allah'tan dileğim dinin asıl ve furuunun olmadığını tevhit, itaat, şirk, measinin hepsinin aynı mertebede olduğunu, bunlar arasında bir fark olmadığını söyleyenlerin, kendi menfaatleri için, Allah'tan korkmaları ve kendisinden sonra dalaletten başka hiçbir şeyin olmadığı hakka dönmeleridir.
Ey Rabbim, bildirdim mi? Ey Allah'ım sen şahid ol.